Gezi Hareketi ve Hareketin Türkiye Siyaseti Üzerindeki Dönüştürücü Etkisi

Gezi Hareketi ve Hareketin Türkiye Siyaseti Üzerindeki  Dönüştürücü Etkisi

Toplumcu Düşünce Enstitüsü

Tartışma Notu

 

TN-Siyaset/14-012                                                                                     3 Haziran 2014

Hazırlayan: Mahir BÜYÜKYILMAZ

 

 

Gezi Hareketi ve Hareketin Türkiye Siyaseti Üzerindeki

Dönüştürücü Etkisi

 

Gezi Hareketi’nin başlamasının üzerinden tam bir yıl geçti. Türkiye tarihinin, en uzun süren, en geniş toplumsal tabana sahip ve en dirençli sivil eylem hareketi olan Gezi, ülke siyasetini var eden bütün öğeler üzerinde kalıcı, derin ve dönüştürücü bir etki bıraktı. Bu tespit etrafında buluşabilecek geniş kitlelerin zihinlerinde ise Gezi Hareketi’nin geleceğinin ve siyasete etkisinin somut biçimde nasıl olacağı soruları tazeliklerini koruyor.

 

Gezi’yi anlamak ve dönüştürücü etkisinin siyaseti götürebileceği yer üzerine bir tahlil yapabilmek adına onu sosyo-politik ve ekonomik bir siyasi olgu olarak kendi içerisinde masaya yatırmak ve kutupsal denklemde karşında yer alan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olgusuyla kıyaslamaya tabi tutmak doğru olacaktır.

 

AKP’nin siyasi iktidara ulaştığı nokta öncesi iç oluşumu ve iktidar erkine ulaşmanın ardından belli bir süre devam ettirmiş olduğu yapısı ile Gezi Hareketi’nin oluşum ile yaşam hikayesi arasında önemli ölçüde paralellik gözlemlenmektedir.

 

AKP, 2002 Kasım ayı Genel Seçimleri öncesi ağırlıklı olarak sistemin dış çemberinde yer alan bir yapılanmaydı. Onu var edenler sistemin kenar ve köşesinden gelmekteydi. Sistem=Devlet, AKP’nin özünü teşkil eden kitleyi belli açılardan görmezden geliyor, daha da önemlisi bu kitle kendini devlet tarafından yok sayılan, ötekileştirilen olarak görüyordu.

 

Partinin, iş başına geldiğinde, Milli Selamet geleneğinin devamı olması itibariyle kuvvetli bir örgüt yapısı ve ciddi bir finansal gücü bulunmaktaydı. Partinin öncül kadrosunun, 1994 yılında Türkiye’nin iki büyük metropolü olan İstanbul ve Ankara ile yeni gelişen Anadolu kentlerinde yerel yönetimleri kazanarak kentleşme, sosyal hizmetler, göç, ekonomik kalkınma, orta sınıflaşma gibi Türkiye’nin temel meselelerinde düşünmek ve eyleme geçmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalması son derece önemlidir. Bu kadronun, yerel yönetimler zemininde kazanılmış olan alanı, sadece kentlerin dış çemberinde yer alan toplum kitlesi üzerindeki ağırlığını arttırarak değil, belli ölçüde de geleneksel merkeze hitap etmeyi başararak elde tutması ve genişletmesi, toplum nezdinde yaratılan aslında bir merkez sağ teması olan icraatçılık algısıyla mümkün olmuştur. Bu iş yapabilirlik algısı, yönetim birikimi ve sosyal birikim bütünü 2002 yılına gelindiğinde AKP’nin varlık havuzunda önemli bir yerde durmaktaydı.

 

 

Partiyi iktidara taşıyan pratik, öncül birikim temeli üzerinde, öz bünyesi dışındaki siyasi parçalarla kendi tabanını bir dayanışma zemininde bir araya getirebilmesiydi. Bu parçalar, kabaca geleneksel merkez sağın, liberallerin, demokratların, eski sosyalistlerin, sistem karşıtı veya dışı belli alt bölümleri olarak tarif edilebilir. Bu parçalar ve AKP arasında her ne kadar derin ve uzun erimli bir ilkesel dayanışma söz konusu olmasa da, bu beraberlik bir sosyolojik iktidar kurgusuna karşılık gelmektedir. Bu kurguya ek olarak, AKP, sosyal ve kültürel alanların etkin kullanmış ve bu alanlar üzerinden son derece etkli bir toplumsal harekentlenmeyi üretmiştir.

 

Geniş tabana yayılan bu koalisyonu sağlamanın ve saha pratiğini oluşturmanın yanı sıra, AKP, zamanın ruhunu ve küresel sistemin ülkeye olan iz düşümünü doğru okuma becerisi göstermiştir.

 

2011 Genel Seçimleri ardından AKP’nin bu dayanışma bilincinin ortadan kalkmış olduğu ve sosyolojik iktidar koalisyonunu var eden parçalara mesafeli yaklaştığı, bu öğelerle olan iletişimini tek taraflılığa ve kendi kontrolünde bir çerçeveye indirgediği görülmektedir. Bu yönelişin altında yatan nedenin partinin iktidarını devam ettirecek genişlikte ve sağlamlıkta kendi öz sosyolojik kitlesini yarattığı olduğu düşünülebilir.

 

Bu yönelim ise AKP’de varlık seviyesinde bir dönüşümün meydana gelmesine yol açtı: AKP sistem dışı muhalif bir siyasi parti kimliğinden, hegemonik bir sistem partisi kimliğine geçiş yaptı. Sistemle hemhal oldu, devletle özdeşleşti.

 

Gelinen nokta itibariyle AKP’nin, siyaset yaparak ve siyasallaştırarak oluşturduğu, genişlettiği kitlesini, sadece kimliğe-kültüre indirgenmiş bir siyaset yaparak ve devlet kaynaklarının dağıtımı üzerinden kendine bağlı tutmak yoluna girdiği gözlemlenmektedir. Bu ekonomik anlamda siyasi tabanın  iktidar imkânları üzerinden konsolidasyonudur ve  siyaset dışı bir durumdur. Bu durum, partinin, sosyolojik iktidarının, sosyolojik tarafını yok sayarak, yalnız erke karşılık gelen iktidar tarafına tutunmuş olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

 

Gezi Hareketi ise başlı başına siyasal bir olgudur. AKP’nin Gezi’yi anlamakta yaşadığı zorluğun ve hareketin karşısındaki sorunlu duruşunun temelinde, düzene muhalif niteliğe sahip hareketin karşına siyaset dışılığa sığınmış hegemonik bir sistem partisi kimliğiyle çıkması yatmaktadır.

 

Gezi olgusunun sosyolojisine bakıldığında bu fenomenin salt bir AKP iktidarı eleştirisi ortak harcından meydana gelmediği görülmektedir. Gezi çok daha hegemonik iki kavramın, devlet-iktidar ilişkisi ve sivillik, tartışmasını açması itibariyle Türkiye siyaseti açısından sanılandan çok daha önemli bir noktada durmaktadır. Soyutluk üzerinden de olsa demokrasi ile devlet-iktidar ilişkisini toplumun bir bölümünün sorgular hale gelmiş olması mühimdir. Sorgulama sürecinin pratik bir dönüşümün oluşmasına imkan vermesi muhtemeldir. Bu dönüşümün Türkiye için imkan dahilinde olmasının nedeni de Gezi olgusunun karakterinde yatmaktadır.

 

İktidara karşıtlık demokrasinin bir gereğidir ve bu karşıt duruş kendi içinde önem taşımaktadır; fakat büyük siyaseti belirleyecek şey, ki dünya siyaset bilimi tarihi bunu gösteren örnekler manzumesidir, görünmeyen iktidara, iktidarın arka planına yani düzene karşı geliştirilecek özgürlükler temelli sivil mücadeledir.

 

Düzenin üretimi ve sistemle özdeş bir iktidar, sistem düzleminde doğal olarak geniş bir yer kaplar. Salt iktidar muhalifliği dar bir mücadele cephesine sıkışmak anlamı taşır. Stratejik ve siyaseten doğru olan düzeni karşıya alma düsturu üzerinden büyük bir muhalefet alanı kurgulamak ve ‘’Yeni Düzeni’’ biz kuracağız kuvvetli iddiasını ortaya koyabilmektir. Özgürlükçü bir zeminde daha fazla toplumsal öğeyi-parçayı bünyesine alan, toplumsal kapsama alanı daha geniş olan kurgunun bu iktidar mücadelesinde öne çıkma şansı daha yüksektir. Gezi Hareketi bir sosyolojik koalisyon olma ve düzene muhalif karakter bütünü nedeniyle Türkiye siyasetini dönüştürücü kuvvete sahip bir ruhu temsil etmektedir.

 

Gezi Hareketi’nin siyaset bilimi açısından diğer bir önemi ise günümüzde somut zeminden ziyade soyut-sosyal ve kültürel alanların siyaseten daha işlek olduğunu tasdik etmiş olmasıdır. Bu iki ana alan bütünü üzerinden yeni bir sivil sosyolojik iktidar varlığı oluşturmak ihtimal dahilindedir.

 

Gezi Hareketi’ni kendi içerisinde sosyo-politik bir fenomen olduğu ifade edilirken, geniş sistem içerisinde kendi başına bir siyasi vektör olduğu da belirtilmelidir. Bir siyasi vektör olmasına rağmen, Gezi Hareketi’nin siyasetin kitlesel resmi temsil boyutuna doğrudan taşınabilecek örgütlülükte ve siyasi kimlik ortaklığı bütününe sahip olmadığının da altı çizilmelidir.

 

Gezi’nin siyaset sistemine  doğrudan taşınabilmesi için izlenebilecek farklı yollar bulunmaktadır. Bunlar;

 

1.         üst siyasi yapısının kurgulanması ve doğrudan bütüncül olarak siyasete angaje olması (parti haline gelmesi)

2.         üst siyasi yapısının kurgulanması ve mevcut bir siyasi vektöre eklemlenmesi (bir partiyle bütünleşmesi)

3.         üst siyasi yapısının kurgulanması ve mevcut siyasi bir vektörle ortak noktada kesişmesi (bir partiyle işbirliği gerçekleştirmesi) olarak sıralanabilir.

Burada esas sorgulanması gereken ise Gezi Hareketi’nin siyasete doğrudan taşınmasının gerekliliğidir.

 

Gezi, Türkiye siyaseti üzerinde dönüştürücü etkisi sorgulanamaz olan, mevcut sistemin öğelerinin veya sisteme gelecekte yerleşecek yeni öğelerin  mutlaka anlaması gereken sistem-içi bir değişmez etmene, bir yüksek siyasi ilham öğesine karşılık gelmektedir.

 

Bu niteliği kapsamında mevcut sistemi etkilediği gibi sistemin ileri aşamalarda alacağı halleri de etkiliyor olacaktır. Dolayısıyla enerjinin, Gezi’nin siyasete doğrudan nasıl taşınabileceğinden ziyade, onun sosyolojik özünü, bu özün siyasi mahiyetini anlamaya ve hareketi kendi doğal halinde muhafaza etmeye harcanmasında daha fazla fayda olduğu değerlendirilmektedir.