Türkiye’de Sığınmacılar Sorunsalı ve Sosyal Demokrat Yaklaşım Seçenekleri

Türkiye’de Sığınmacılar Sorunsalı ve Sosyal Demokrat Yaklaşım Seçenekleri

TOPLUMCU DÜŞÜNCE ENSTİTÜSÜ

Toplantı Notu

 

“Türkiye’de Sığınmacılar Sorunsalı ve Sosyal Demokrat Yaklaşım Seçenekleri”

5 Kasım 2016

Ankara

Toplumcu Düşünce Enstitü’nün,Türkiye’de 2013 yılından buyana Suriye iç savaşından kaynaklanan göçler sonucunda giderek yoğunlaşarak yaşanılan sığınmacılar sorunsalına sosyal demokrat politika alternatiflerinin önemini ve politika seçeneklerinin değerlendirildiği Çalışma Toplantısı 5 Kasım 2016 günü Ankara’da gerçekleştirilmiştir.

 

Bu toplantı aynı zamanda Enstitü’nün faaliyetlerinin Ankara’da başlatılması ve Ankara Strateji Platformu olarak yürütülmesi sürecinde düzenlenen ilk etkinlik olmuştur.

 

Toplantı genelde sığınmacılar sorunsalı üzerinde odaklanmış olmakla birlikte, yapılan tartışmalar ve değerlendirmeler, konunun özellikleri itibarı Suriye kaynaklı göç hareketleri ve bu gelişmelerin Türkiye’de yarattığı Sığınmacı Sorunsalı üzerinde odaklanmıştır.

 

I)

TDE olarak bu toplantı, konu üzerinde farklı platformlarda ve kademeler yapılması gerekli olan bir dizi etkinliğin başlangıç noktası olarak düşünülmüş; konuya Enstitü’nün ilgisi 3 ana noktada belirlenmiştir:

 

1) Türkiye’de son 3 yıl içinde Suriye kökenli göç nedeni ile gelmiş olan 3 milyon’a yakın kişi barınmaktadır.  Bu nüfusun büyük çoğunluğunun farklı ekonomik, sosyal ve fiziksel nedenlerle Türkiye’de kalmaya devam edeceğinin kabul edilmesi ve politikaların bu kabul üzerinden oluşturulması en gerçekçi ve sağlıklı yaklaşımdır.

 

Konu, yasal ve sosyal boyutları ile belirsiz tanımlar altında ele alınıp, çözümlerin bir “misafirlik“ boyutu ile görülüp, kaynak ülkede belli bir düzen oluşunca bu insanların geri döneceği varsayımına dayalı olarak düşünülebilecek bir “tesis yönetimi,“ daha da açık ifadesi ile “otelcilik“ organizasyonu düzeyinde ele alınamayacak kadar önemli bir konudur.  Geliştirilecek olan yaklaşımların bu insanların önemli bölümünün Türkiye’de kalacakları düşüncesi ile geliştirilip, buna göre ilgili yasal, sosyal, ekonomik ve kültürel önlemleri içeren uygulamaların planlanması gereklidir.

 

2)  Daha da önemlisi, Türkiye’nin aldığı göçler itibarı, bu topraklarda doğan ve yalnızca bu toprakları tanıyarak büyüyen, bu topraklar dışında vatan bilmeyen nesiller oluşmaya başlamıştır.  Bu genç nesillerin bu topraklar üzerinde diğer yurttaşlar ile birlikte, uyum içinde ve barış içinde bütünleşmeleri ihtiyacı, ülkenin geleceğe yönelik en yaşamsal güvenlik, ekonomik ve sosyal politikalarının en kritik unsurlarını oluşturmaktadır.  Bu gençlerin, onurlu, donanımlı ve güvenli bireyler olarak toplumda yerlerini almaları, ülke ve bölgenin istikrarının güvencesi olacaktır.

 

3) Konu bu özellikleri ile inanç veya mezhep temelinde siyaset yürüten kurum ve kuruluşlar ile bu siyasetin sosyal, ekonomik yan unsurlarının etki ve yönlendirmesine terk edilecek, bürokrasinin mevcut mekanizmaları içinde geçiştirilecek bir konu değil, sosyal demokrat/ileri siyasetin de kurumlar, kurallar, uygulamalar olarak gerekli yaklaşımlar açık ve net olarak ortaya koyduğu bir alan olarak düşünülmelidir.  Burada herzamanki gibi mevcut mekanizmalar üzerinden değil, farklı öneri ve taahhütler üzerinden ortaya konulacak yaklaşımlar önemlidir.

 

Çalışma Toplantısı bu anlayıştan çıkılarak düzenlenmiş ve sonuçları itibarı ile de geleceğe yönelik yaklaşımların çıkış noktası olarak amacını önemli ölçüde gerçekleştiren bir toplantı olmuştur.

 

 

Bu toplantıda konu ile ilgili yapılmış olan genel tespitler aşağıda özetlenmiştir:

 

·         Bu gün Irak ve Suriye’deki çatışma ortamı sonucu gündeme gelmiş olan sınırları aşan insan hareketleri, Göç konusunun alışılmış kavram ve uygulamaların ötesinde yeniden değerlendirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Kısaca göç uluslararası sınırı geçerek yer değiştirmeyi kapsar. Bölgemizde ve dünyada bu göçlerin nitelikleri dönüştürdü ve devletlerin kontrollerinden tamamen çıkmış durumdadır.  Gelinen noktada uluslararası örgütlerini de göç sorunu ile mücadelede önemli bir kaynak sorunu ile karşı karşı karşıya getirmiştir.

·         Türkiye bu göç hareketlerinde önemli bir transit geçiş ülkesi konumundadır. Bugün itibarı ile Türkiye’de kayıt altında 2.8m kayıt altında “göç eden” bulunmakta, bu rakamın kayıt altına alınamamış olan nüfus ile birlikte toplamda 3m kişiyi geçtiği düşünülmektedir.  Irak’ta gelişmesi beklenen mezhep çatışmaları ile birlikte bu rakamın çok daha yukarılara tırmanacağı görülmektedir.

·         Türkiye, 1954’de yürürlüğe giren 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin bir tarafıdır. Bu sözleşmenin hiçbir hükmü herhangi mülteciye bir TC vatandaşından fazla hak vermesini öngörmemektedir.  Öte yandan bu Sözleşme, “mülteci” statüsünü iki kritere bağlamış bulunmaktadır: a) Nüfus hareketinin kaynaklandığı coğrafyalar; ve, b) ırk, din, sosyal grup, milliyet ve siyasi düşünce nedeniyle zulme maruz kalmış olmak veya kalmaktan çekiniyor olmak.  Daha ziyade 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’daki göç hareketlerine göre düzenlenmiş olan bu Sözleşme’de mülteci statüsünü belirleyen Coğrafya kriteri 1967 ek Protokolü ile iptal edilmiş bulunmaktadır.

·         Bu nüfus hareketleri; Türkiye’nin daha çoğulcu bir toplum olması için bir fırsat olarak değerlendirilebileceği gibi, toplumun mezhep ve etnik özellikler tabanında kapalı bir yapıya dönüştürülmesi gibi bir sorunun kaynağı olabileceği de düşünülmelidir.

·         Türkiye, bu Sözleşme’ye dayalı olarak mülteci statüsünü geniş kapsamlı olarak uygulamamakta; ancak coğrafi konumunun hassasiyeti nedeniyle ve insan hakları açısından güneyden ve doğudan gelenlere yabancıları koruma kanunu altında “geçici koruma” imkanları sağlamaktadır.  Ancak kaçak yollardan çok kolaylıkla Türkiye’ye girenler olduğu bilinmekte; Türkiye de kamplarda kalanlar, toplam sayının %10u olduğu tahmin edilmektedir.  Sığınmacıların 3/4ünde geçici kimlik belgesi bulunmakta, %62si eğitime devam edememekte, bu karşın %15i eğitime devam etmek istemektedir. Yaşam koşulları itibarı ile, sığınmacıların %7den fazlasının hanesinde 6kişi ve üstü barınmakta, %16’sında da 9 kişi ve üstü barınmaktadır.

·         Sığınmacılar arasında Statü açısından en büyük sorun alanine yeni doğanlar ve Türkiye’de “ülkesiz/stateless” olarak yaşamını sürdüren kesimlerdir.  Bu kesim içinde zihinsel ve bedensel engelli sayısı çok yüksek seviyeleri bulmakta; bu konuda sahadaki STK’lardan bilgiler alınmakta; ancak devlet kurumları ile gerekli ve etkin bir eşgüdüm kurulamamaktadır.  Kamplarda barındırılan sığınmacıların çoğunlukla Avrupa dillerini öğrenmek istedikleri gözlemlenmekte; bu da, buralarda kalan insanların çoğunun bir sonraki adımda Avrupa’ya ulaşmak üzerine bir düşünce içinde oldukları anlaşılmaktadır.

·         Bu sığınmacıların “kayıt altına girmek” konusuna da ciddi olarak kuşkulu davrandıkları görülmektedir.  Hali hazırda uluslararası kuruluşlardan oluşturulan bir fon desteği ile kişisel verilerin doğrulanma projesi uygulanmakta; ancak kayıtlı olmanın avantajları bir yana, kişilerin bu projeye karşı çekinceli tavırları sürmektedir.

·         Ayrıca kayıt-geri iade işlemlerinde güvenlik zaafiyeti yaratabilecek bazı uygulamalara rastlandığı belirtilmektedir. Geri Gönderme Merkezlerinde yapılan sorgulamaların ve başvuruların uluslararası prosedürlere uygun gerçekleştirilmediği ve insan haklarına aykırı sonuçların meydana gelmesinin yanı sıra terör eylemlerine bulaşmış olabileceği şüphesi taşıyan bazı kişilerin uluslararası güvenlik uygulamaları gereğince iadelerinin gerçekleştirilmediğine dair ifade ve haberler bulunmaktadır.

·         Sağlık sorunları uyuşturucu kullanımı gibi konular da sığınmacılarla ilgili kritik risk ve tehdit alanları oluşturmaktadır. Bölgede çocuk felci ve kızamık vak’alarının görüldüğü bildirilmekte, Türkiye’de neredeyse bitmiş olan bu hastalıkların, kayıtsız olarak dolaşımda olan aşısız insanlar yüzünden yeniden salgınlara dönüşme tehlikesi büyümektedir.  Bonzai kullanımı Türkiye de üç büyük il ile sınırlıyken, bugün Eskişehir’de bile bonzai kullanımını arttığı görülmekte; bu uyuşturucu trafiği de Çin kaynaklı olarak Suriye’ye ulaşmakta ve oradan da bütün Türkiye’ye yayılmaktadır.

·         Buna ek olarak yapılan çalışmalarda sığınmacı kadınların sömürü ve istismara varan sorunlarla karşılaştığı gözlemlenmiştir. Sığınmacıların yoğun olarak yaşadığı illerde genç yaştaki kadın sığınmacıların; seks işçiliği/köleliği, yerel aileler ile kurulan ilişkiler neticesinde çıkar karşılığı ikinci – üçüncü eş olarak kullanılma, hukuki dayanağı olmayan sözleşmelerin konusu olma sonucu istismar edilme gibi sorunlarla karşılaştığı vakalar bulunmaktadır. Genel olarak sığınmacı gruplarının hemen hepsinde gözlemlenen eşit işe düşük ücret uygulaması kadın sığınmacılarda daha belirgin bir sorun haline gelmiştir.  Bunlara ek olarak, dil bilmemenin/hak temelli çalışma koşullarının yokluğunun getirdiği dezavantajlardan ötürü iş kazaları sonucunda tazminat, zararın karşılanması gibi mekanizmaların işletilmediğine ilişkin bulgular da vardır.

III)

 

Burada yapılan genel saptamalar ve gözlemlerle ilgili olarak, Toplantıda aşağıda özet olarak belirtilen görüş ve yorumlar ifade edilmiştir.

 

·         Göç bir sosyal değişim sürecidir ve bu anlayışa uygun politikalarla ele alınması gerekir.  Bu konularda daha önce, örneğin Gaziantep Ticaret Odası gibi yerel kurumların hazırlamış olduğu rapor ve öneriler, zamanında dikkate alınmamış; bu çalışmalarda yer alan ekonomik, güvenlik ve barınma sorunlarına yönelik tespit ve öneriler, farklı politik değerlendirmeler nedeni ile siyasi otorite tarafından göz ardı edilmiştir.  Bu durumda sosyal demokrat siyasetin göç olgusuna farklı yaklaşmak ve bu süreçlerin nasıl yönetileceği ve gerçekçi entegrasyon politikalarının nasıl uygulamaya konulabileceği üzerine ciddi seçenekler ortaya koyması gereklidir.

 

·         Göç konusunun “sosyalleşmeden” önce “siyasallaştığı görülmektedir.  Bu durum, konunun bir güvernlik sorununa indirgenmesine neden olmaktadır.  Burada ortaya çıkan kültürel ve siyasal travma karamsarlığını yansıtan değerlendirme seti, sorunların, örneğin “yurttaşlık” sorusunun yeterince sağlıklı bir biçimde ele alınmasını engellemektedir.  Bu endişe ve kuşku ortamı içinde gelişen güvenlik odaklı yaklaşımlar, sorunun insani sorumluluklar dışına çıkmasına neden oldu.

 

·         Sığınmacı konusu mevcut yasal zemin itibarı ile 2013’de çıkmış olan yabancılar ve uluslararası koruma kanunu üzerinden yürütülmektedir.  Bu gün gelinen noktada bu kanunun bir “geçicilik” ortamına yönelik olarak kurgulandığını ve yaşanılan gerçekliklere yanıt vermekten çok uzakta kaldığı görülmektedir.  Önümüzdeki dönemde, mevcut yasal çerçeve içinde sığınmacılar açısından, kanun koyucuların bir temennisi olarak kalan, geçicilik üzerine kurgulanan yasal çerçevenin, sorunların kalıcı özelliklerine cevap verecek şekilde yeniden düzenlemesi ihtiyacı vardır.

 

·         Sahada yaşanılan çok çeşitli gerçeklikler içinde, sorunun en önemli iki boyutu Ekonomik Sorunlar ve Çocuk İşçilik Sorunsalıdır.  Bu iki sorunun yapısal olarak çözüme kavuşturulması durumunda, diğer sorunlar, örneğin kadınların sosya ekonomik konumu, emeğin istismarı konuları, sağlık ve sosyal güvenlik gibi sorunlar ve bütün bu sorunların uzun vadede ilintili olduğu eğitim soruınlarının daha etkin olarak çözümlenebileceği değerlendirilmektedir.

 

Suriye özelinde, bugün sığınmacı olarak Türkiye’de bulunanların büyük bölümünün Türkiye’yi hedef ülke olarak görmedikleri, hedef ülkelerin Batı’daki ülkeler olduğu anlaşılmaktadır.  Dolayısı ile Türkiye “göç”ün sona erdiği nokta değil, bir geçiş alanıdır…

 

Toplantı notunun devamını okumak için lütfen PDF dosyasını indirin