Toplumcu Düşünce Enstitüsü
Tartışma Notu
TN-SİYASET/14-008 30 Nisan 2014
Hazırlayan: Önder İskender ÖZTURANLI
Merkez Sağ’a Yönelmenin Büyük Çaresizliği: Öyle bir yer yok ki..
…Türk Solunun son otuz yıldır entelektüel ve siyasal dile hakim olan, teknik liberal
tuzaklara düşerek çoktan uzak düştüğü, ve, son on yıldır, onca keskin çizgilerle
yaşanmasına rağmen neredeyse hiç anmadığı “eşitlik”i çoktan terketmeye hazır
bir çizgiye geldiği görülüyor.
Son yıllarda iktidar ve onu kamuoyunda temsil eden kesimlerin kamuoyuna yansıyan söylemlerinde ortak bir teknik benimsedikleri gözlemleniyor. Düzayak bakıldığında kendilerini yıprattığı düşünülen bu teknik, son kertede iktidar ve ideolojik eklentilerinin gelişmesine, güçlenmesine, siyasal sorunların aşılmasına müthiş yarayan bir yaklaşım içermekte olup; özünde yüksek düzeyde polemikler ve ucu keskin tartışmalarla ilerlemek üzerine kurgulanmıştır.
Sol, Sosyal Demokrat kesimde ise, hararetli tartışmaları çok uzun zaman var ki göremiyoruz. Bu alandaki fikirsel üretim daha ziyade siyasal talebe dayanan veya siyasal iktidara doğru hamle yapmış bir dinamiğin izlerini taşımayan, kendini tekrar eden rapor ve yazılar üretilmesinden öteye gidememekte, bundan dolayı da okuyucusu veya takipçilerinden de giderek uzaklaşmaktadır. Bu politika üretim alanları görmezden gelindiğinde ise, geriye sadece istişarelerin sahici olmasını sağlayan sert kişisel polemikler ile herkesi memnun etmeye çalışan taktik varyantlara uzanan anlamsız sarkaçların kaldığı görülüyor.
Bu durum tabii ki bir tercih sonucu olarak ortaya çıkıyor ve muhalefet adına kamuoyuna yansıyan da bu sonuç oluyor. Bu durum ise, parti elitinin bürokrat orta sınıflara dayanmasının, Sol veya Sosyal Demokrasi’nin kadim devlet genlerinden kopamadığının neredeyse bir kanıtı olarak ayrıca vahim bir durum olarak ortaya çıkıyor. Üstelik de ne yönetimlerin, ne örgütlerin ne de çerçeveye eklemlenmiş yarı siyasal güçlerin, kısaca hiç kimsenin de bu kilidi açmaya eli varmıyor, varmayacağı da anlaşılıyor.
Keşke bu kadarla kalsa. Bu durum iki alanda ciddi olumsuz sonuçlar doğuruyor: Birincisi, muhalefet olarak kullanılan devlete dayalı kuru ve bürokratik dil ile esasında reel tabana oturmayan bir seçkincilik algısını gereksiz yere pekiştiriyor. İktidar sözcülerini harekete geçiren bir motor güç olarak da; seçkinci, beceriksiz, sonuç alamayan, icraattan anlamayan izlenimini veren, arkaik ve modası geçmiş bir sol algısına yol açıyor. İkincisi ise ilki gibi aşılabilir bir durum değil; devlet dilinden kopmuş özgür bir siyasal dili üretemediğinden, kendisini tekrar etmeyen, kendini sivil dinamiklere bırakan, paylaşımcı bir özgürlük temasına asla ulaşamıyor. Bunun sonucu olarak da elimizde kala kala ya pazarlama dilinin“şekerlemeyle kaplı” iletişim kampanyaları ya da sonrasında yüksek teknisyenlerin sade suya tirit raporlar yığını kalıyor. Haliyle bu darlanan alanda, büyük ve kalıcı bir siyaset pratiğine ulaşmak için sahada çok büyük bir efor sarfeden, siyasal mevzi kazanımını milimetrik hesaplarla götüren örgütün samimi çabası da maalesef sahipsiz kalıyor.
Son zamanlarda Avrupa Sol’unda, özellikle İngiliz İşçi Partisi’nin kenarlarından Merkeze doğru ilerleyen bir tartışma var. Sol’un sadece “Eşitlik” üzerinden siyasete katkı getirdiğinden, toplumsal ve sivil özgürlüklerin Muhafazakarlara terkedildiğine dair yoğun bir değerlendirmeler yapılıyor. Ancak bu ve benzer tartışmaların ise bize hiç uğramadını görüyoruz. Dahası, Türk Solunun son otuz yıldır entelüektel ve siyasal dile hakim olan, teknik liberal tuzaklara düşerek çoktan uzak düştüğü ve, son on yıldır, bu kadar keskin çizgilerle yaşanmasına rağmen neredeyse hiç anmadığı “eşitlik”i çoktan terketmeye hazır bir çizgiye geldiği görülüyor. Ama daha dramatik olan, “Özgürlük”ler alanını, bu alanda hayli kötü üne sahip, yeni muhafazakar ve liberal Sağ’a terkedip, sonra da bu açılıma ya ilkesel ya da seçim sonuçlarındaki değerler skalası ile imrenerek, kendini artık yaşamayan, zamanında da yaşayıp yaşamadığı şüpheli o eski “Merkez Sağ” istikametine doğru çekmeye çalışarak pragmatik katkılarla donanacağını sanıyor.
Bazı Sağ kökenli adayların, özellikle CHP Ankara adayı Mansur Yavaş Kampanyasında olduğu gibi, MHP’den aday almanın çok doğru olduğunun vurgulandığı, seçmenleri sadece puantaj toplamı olarak gören soğuk teknik yanlışlığa indirgeyerek işin en kolayına kaçılması, Sosyal Demokrat siyaseti yanlış yönde ciddi bir algı kaymasına sürüklüyor. Bu durum, öncelikle Mansur Yavaş’ın yerel dinamiklere dayanan, Sosyal Adalet vurgusu üzerine kurulmuş olan seçim platformunun etkinliği ve isabetli tercihlerinin haksız yere göz ardı edilmesine neden oluyor. Gene bu durum, Ankara’da yürütülen anti-piyasacı, anti-projeci Yerel Yönetim kampanyasının, özgürlükçü yerel söylemleriyle, neredeyse Avrupa tipi Belediyeciliği çağrıştıran sahiciliğinin ıskalanıp geçilmesi gibi hazin bir sonuç doğuruyor. Kampanyanın “puantaj” kaygılarının tam tersine dayanak olarak aldığı organik özelliklerinin yaşanan ivmede hiç rolü yokmuş gibi davranılmasının Türk Solu’na kazandıracağı hiçbirşey olmadığı gibi, seksen yıllık geçmişin ağır merkez sağ ve liberal politikalarının bürokratik yükünü de taşıma gibi bir sonuçla karşı karşıya bırakıyor bizleri.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimlerinde yüzde 43.8 oy alıp neredeyse seçimi almaya ramak kalmışken, hatta sandık atraksiyonları ile alınmış bir seçim varken, genel oy dağılımında yüzde 31.9 seviyesinde kalınmasının sadece MHP-BBP oyları ile açıklanamayacağının kabul edilmesi gerekiyor. Bu yönelim, insani ve yalın bir sahiciliğe dayanan özellikleri ile gelecek dönem siyaset yapma tarzı için büyük ilhamlar taşıdığının ciddi olarak değerlendirilecektir. Örneğin, şehir şebeke suyundan elde edilen gelirlerin kar etmeden Ankara halkına doğrudan yansıtılması, su fiyatının ucuzlaması yada bedavaya getirilmesi, eşitsizliğin en ağır yükünü yaşayan günümüz yeni metropol sınıfları için en önemli sosyal telafi mekanizmalarından biridir. Bu ve benzer önermelerin yapılması için siyasetin özellikle muhafazakar değerlere dayanması gibi bir koşul da olmadığı açıktır.
Ana politik eksende dinsel kurallarını yaşama uygulamak ya da uyarlamak bakımından farklı siyasal tonlamalar olabilir. Sol’un inanca dayalı değerlere yaklaşımındaki küçümseyici ton elbette bugüne kadar çoktan rafa kaldırılması gerekirdi. Dahası, Din ve inançlar alanının, toplumun tabanında yer alan ve gelir dağılımı skalasında uzak ara geri düşmüşlerin tesellisinde kritik önemde, üstelik dayanışmacı tesanüde dayalı bir eşitlik anlayışı için daha yakın bir ortam oluşturduğu da açıktır. Bir yaşam tarzı olarak Sol’un da, dayanışmacı ve eşitlikçi yaşam pratiğinde inanca dayalı yaşam tarzlarından mutlaka değerlendirmeye alacağı pekçok nokta olacaktır. Son olarak, dinin baskılamayan her pratiğinin geniş bir toplumsal tartışma için ayrıca önemli yararları olabileceği de göz önünde tutulmalıdır. Ama bütün bunlar, sol değerler manzumesinin kendini götürüp sağ ve muhafazakar değerler manzumesini aklayan bir söyleme katılmasını hiçbir şekilde gerektirmemektedir.
İnanmadığı bir eksendeki bireysel alışverisi pragmatik gerekçelerle konumlayan, kendini siyasalın büyük alanından teknik ve taktiğin küçük alanına hapsetmesi akıllara ziyan bir durumdur. Türkiyede seçim kazanmanın Sağ’dan geçtiğine inanan mutlakiyetçi söylem ancak büyük sağ-muhafazakar ve hatta dindar üçgenin siyasal vesayetini tabii kılmaya hizmet edecektir. Bu söylem, politik alanda üretici ışığın azaldığı bir ortamda, Sosyal Demokrat kitleyi, muhafazakar olamadığı için seçim kazanamıyorum imanına payandalayacak; büyük eşitsizliklerin yarattığı servete dayalı yönetime mutlak itaatın kırılması, geliri ve serveti yeniden dağıtmak, eğitim, sağlık, işssiz kitlelere sosyal haklar gibi temel alanlardan çekilip, sağ’ın liberal ve muhafazakar dilinin inşasına sol’dan su taşıyacaktır. Oy oranlarında asla kapanmayacakmış gibi görünen farklara, bir de bu açıdan bakılması çok yararlı olacaktır.
Geçtiğimiz hafta içinde, Toplumcu Düşünce Enstitüsü tarafından 30 Mart Yerel Seçimlerinin değerlendirildiği ve değerli siyasal davranış araştırmacıları, siyaset bilimci hocalar, siyasetçiler ve basın mensuplarının katıldığı bir Çalışma Toplantısı düzenlendi. Bu toplantıya katılarak bir sunum yapan Adil Gür, her parti seçmenine diğer partileri nasıl görüyorsunuz şeklinde bir soru yönelttiklerini; bu soruya CHP seçmeninin AKP için muhafazakar ve benzer betimlemeler getirirken, AKP seçmenin CHP için seçkinci, beceriksiz gibi sıfatlarla cevap aldıklarını belirtti. CHP ile ilgili bu cevapları veren seçmen kesiminin yoğunlukla gelir tabanının, aylık 700 TL ve aşağısı ile 700-1200 arası bir skalada olduğu düşünülürse, toplumun en alt kesimlerinin, CHP’yi seçkinci, beceriksiz hatta tutucu olarak görmesinde mutlaka bir algı çarpıklığı olduğunu, ancak Parti’nin bu kesimleri kendi politikaları konusunda ikna edememiş olmasının da üzerinde düşünülmesi gereken hazin bir gerçek olduğunu değerlendirmekteyiz.
Siyasal olan, ekonomik ve sosyal olanı, verisel gerçeği mutlaka kabul eder, analiz eder, tersi zaten gerçekçi olmaz. Ama onun işlevi bilimsel ve teknik analizin ötesine geçmek sosyal ve ekonomik olandaki adaletsizlikleri gidermek üzere bir aktivasyon alanı inşa etmek, bu alanda politik ve yönetsel olarak farklı olana talip olmaktır. Günümüz siyaseti hayatın akışını tanzim eden bütün süreçleri, daha adil, daha katılımcı bir şekilde düzenlemek adına bu alana talip olmalıdır. Telafi mekanizmaları ve pratiklerinin söylemde olduğu kadar eylemde de kurabilmesi gerekir. Stratejik olan budur. Yoksa, bu alana senden önce başka saiklerle, başka politik mekanizmalarla talip olana talip olmak değildir. Bu bir optik kırılmadır, taktiktir, geçici sonuçları başarılı olabilir. Ama bu aynı zamanda karşıtın hakim diline teslim olmaktır. Türk Sağı gelir diliminin en altındaki insanları bugün ikna ediyor olabilir. Ancak, o insanların bugün yer aldıkları dışlanmış alanlarından, merkeze doğru getirmek için doğrudan onlara yönelik sıcak politikaya ihtiyaç vardır, onların bugün yer aldıkları soğuk politik alandaki kalabalığa yönelmek değil.
Mesele dışlananlara sürekli gitmek, kapı kapı dolaşıp onlarla konuşmak değil, hele de dışlananların tercih ettiklerini tercih etmek hiç olmamalıdır. Önemli olan dışlananlara bu günden daha farklı, alternatif sosyal adalet mekanizmaları olan bir dünyanın mümkün olduğunu ve kurulabileceğini vaat etmektir. Mesele, öncelikle politika ve eylem düzeyinde bunun yapılabileceğine seçmeni inandırmak, en hafif tabirle bu kurulacak dünyanın bugünkünün aynısı olmayacağına inandırmaktır. Bu yeterli midir? Hayır. Dahası var, dahası olmalıdır. Alternatif siyaset, tarif edilmiş olan bu hamleyi, bu yönü, kendi sahiciliği içinde ve bu siyasete özgü mekanizmalar düzeyinde de geliştirmiş olmalı, alternatif bir düzenin sadece bu siyaset üzerinden kurulabileceğine seçmeni inandırabilmelidir. Sosyal yaşamın ve kapitalizmin hiyerarşik ceberrutu ile sahipsiz, mülksüz kalmış insanların, kullanılacak yöntemler ve belirlenen hedeflerle ilgili hiçbir tereddüt olmaksızın rızalarını almaktır. Aksi takdirde, oluşturulacak siyasal söylem, anlamsız bir teknik indirgemecilik, bürokratik soğuk dilin raporlama teknikleri ile kapitalizmin kötü versiyonlarından devşirilmiş, zamana ve gerçeğe karşı müthiş dayanıksız power-point tabanlı projelerden öteye gitmeyecek, iletişim çağının “boyalı şekerlemeleri” olarak kalmaya mahkum olacaktır.